16 Ocak 2010

Dijital çıktı, mertlik bozuldu mu?




Leonardo da Vinci 1500 lü yıllarda, en iyi perspektifi yakalayabilmek için, duvarına gözlük camı kadar bir delik açılmış, kocaman bir oda büyüklüğünde Camera Obscura'yı icat ettiğinde işin kolayına kaçıyor olmakla suçlanmış. Bazıları icadı sevinçle karşılarken, hayatı kolaylaştıran her şeye kızan bazıları buna da kızmış. Bu gün fotoğraf makinesinin babası olarak kabul edilen Camera Obscura ya o gün biçilen kader bugün torunu dijital fotoğraf makinesinin de kaderi oldu.

Leonardo ustadan 500 yıl sonra ne yaptığınla değil nasıl yaptığınla daha çok uğraşanların daha fazla alan kapladığı bir sanat camiasında, sanat yapmanın en kolay olduğu ama sanatçı olmanın en zor olduğu fotoğraf dünyası kendine yeni bir eğlence buldu. “Dijital çıktı mertlik bozuldu mu?”

1980 li yıllarda fotoğraf derneklerinde fotoğrafa başlayan benim gibi talihsizler daha fotoğraf makinesinde deklanşörün nerede olduğunu öğrenemeden, kendimizi yaptığımız iş sanat mı değil mi tartışması içerisinde bulduk.

Ders aldığımız küçük odaların yanında ki yönetim odalarında üstat diyerek el öptüklerimiz yüksek sesle ders veren öğretmenin sesini de bastırarak tartışırlardı, aslında belgesel fotoğraflar çekmemiz gerektiğini kurgu fotoğrafın bir sonu olmadığını, deneysel çalışmaların film ziyanı olduğunu.

Deneysel fotoğrafı savunanlar daha genç abilerimiz Avrupalı sanatçılardan örnekler verir fotoğraflarını hiç görmedikleri sanatçıların fotoğraflarını sanki çekilirken oradaymış gibi savunurlardı. Yeni tanıştığımız kursiyer arkadaşlarla göz göze gelir içimizden sessiz bir yemin eder gibi bakışırdık “biz böyle olmayacağız” diye.

Oysa ki içimizden kimileri sadece yeni doğmuş çocuğunun fotoğraflarını güzel çekebilmek için o derneklerde açılan kurslara başlamıştı, kimimiz güzel olanın peşindeydi, kimimiz bir güneş batışını, zaten pahalı olan filmi yakmadan doğru dürüst çekerek evinin duvarına asmak için o derneklerde fotoğraf kurslarına başlamıştık.

Birden kendimizi belgeselciler ve deneyselciler arasında ki kutuplaşmada taraf bulduk. Belgesel fotoğrafı savunan, üstatların karizmasını aşamayanlar ellerinde makine en acılı yüz ifadesini fotoğraflamak için kendilerini sokaklara atarken, deneysel fotoğraf da o güne kadar yapılanların üzerine kısıtlı imkanlarla bir tuğla daha koymak isteyenler, evlerindeki köşe lambalarına, pencerenin tülünü sararak soft box lar icat etti, yatak çarşaflarından fon bezi, teyze kızından model yaptılar.

Photoshop u icat eden hintli program uzmanlarının daha “Commodore 64” çocuk bilgisayarını görmediği yıllardı. Evin küçük tuvaletinden bozma karanlık odalarda en iyi tonu bulmak için daha yeni dağılmaya başlamış Sovyetler Birliğinden gelen ucuz filmleri banyo ederken Türk malı film banyosu ile Sovyet yapımı filmin ilginç birlikteliğinden ne çıkacak diye bekler dururduk,film banyosunun sürdüğü esasında on dakika olan ama bize saatler gibi gelen banyo sürecinde.

Fotoğraf, ve fotoğrafçı ancak düğün salonlarında ki şipşakçılarla ve ikametgaha konacak vesikalığı çeken mahallenin fotoğrafçısı Cemal abi ile müsemma iken, zaten evin dar bütçesinden filme, fotoğraf kartına banyosuna para ayırmak bunu annenize babanıza anlatmak, anne ben Hristiyan oldum demekten bile zordu.

Hele hele çektiğiniz fotoğraflarda ağlamaklı bir yüzle duvara yaslanmış, karalar giymiş bir kadın elinde beyaz bir gül uzaklardan geçen bir gemi gibi sizin için büyük ama aileniz için küçük bir adımın izleri varsa, birde üstüne güzel bir gün batımı bile çekememekle suçlanır aile bütçesini uğrattığınız zarar konuşulur dururdu.

Birde o fotoğrafı anne ben sanat yaptım diye evin duvarına asmaya kalkarsanız, konu komşu gelince anneniz oğlunun delirdiğini düşünmesinler diye ya resmi saklar ya ninenizin el örgüsü hırkasın resmin üzerine asardı.

Belgeselciler in işi de annesine imge dünyasını anlatmaya çalışan hatta daha da ileri giderek bunu anlamasını bekleyen deneyselciler kadar zordu.

Onların aileleri de yanda ki mahallede ki yaşlı kadının ya da top oynayan yırtık pantolonlu çocukların fotoğraflarının evlerinin duvarında ne aradığını, hatta rahmetli büyük babanın fotoğrafı ile aynı duvarda ne işi olduğunu anlamakta zorluk çeker “ aman canım çocuk oyalanıyor kumara, içkiye merak saracağına fotoğraf çekiyor” diye avunulur, fotoğraf la uğraşmak kumarbaz olmak dan daha iyi olmakla şereflendirilirdi.

Daha İnternet'in olmadığı yurt dışında ki sanatçıların kataloglarının daha Türkiye'de satılmadığı, önümüze gelen tek fotoğraf imgesinin gazetelerde ki Turgut Özal fotoğrafları, ve yeni yeni Türkiye'de başlayan dergi yayıncılığı ile önümüze gelen yarı çıplak kadın fotoğraflarının olduğu bu yıllarda, son derece iyi niyetle çıkan fotoğraf dergileri de kendi klanlarının fotoğraflarına yer verir bu dergiler ya tamamen, uçurumun kenarında beyazlar giymiş kadınların bulutlu bir akşam saati kara kara düşündüğü fotoğraflar olur ya da pantolonu düşmüş, salçalı ekmek kemiren mahalle çocuklarının kırk sayfalık serüvenleri olurdu.

Sovyet malı Zenit fotoğraf makinesinin eskisinden daha da farklı bir şey yapmayan yeni modelini alanlar Boğaz da yalı almış iş adamı gibi girerdi, fotoğraf derneklerine, günün popüler çocuğu olur, birkaç gün esas oğlan olmanın tadını çıkarırdı, dört duvar dernek binasının içerisinde.
Eskimiş olan Zenit ise derneğe yeni başlamış bir kursiyer tarafından alınır, bir başkasının ilk Zeniti olurdu.

Bunca yıldan beri o ilk fotoğraf makinesini saklayanlara hep özenmişimdir, bir şey almak için birşeyden feragat etmeme lüksünden mi yoksa anısı olduğu için mi bilmem. Ben rus pazarından 110 lira ya aldığım o ilk makinemi saklayamamış olsam da ilk çektiğim fotoğrafın geçenlerde eski bir kitabın içinden çıktığı anda ki mutluluğum her halde tanrının bana en büyük armağanlarından biridir diye düşünürüm.

Bu gün cep telefonlarımızdan fotoğraf çekerken, bazılarımız belki de bunca zorlukla fotoğrafçı , fotoğraf sanatçısı, fotoğraf zanaatçisi olduğumuz için işin bu kadar kolaylaşmasına kızıyoruz ya o zaman orta çağ da Leonardo da vinci yi suçlayanlardan, Picasso'nun mavi ve pembe dönemlerinde ucuz boya bulduğu için bu dönemler bu rengi kullanmakla suçlayanlardan ne farkımız kalıyor.

Ortaya çıkan resme bakacağımıza niye palete takılıyoruz, dijital, ahşap, metal,tual önemli olanın palet değil sanatçının ne söylediği değil mi.

Öğrencilik yıllarımda evimin duvarına koca harflerle astığım büyük cazcı Miles Davis'in sözü geliyor aklıma “Sanatçıyım Diye Ortaya Çıkmışsan Birşeyleri Değiştireceksin”

Biz de bir şeyleri değiştirmeden önce şu orta çağ kafamızı bir değiştirsek de, dijitale kızacağımıza bunun nimetlerinden yararlanmaya başlasak ne güzel olacak.

Bir de şuradan bakmak lazım dijital fotoğraf makinesi ile yüz binlerce ayrı gözden görsel bir tarih yazılıyor, hiç gelmeyeceğini düşündüğümüz yüz yıl sonra, insanlar artık bizim gibi üç fotoğrafla geçmişlerini öğrenmek zorunda kalmayacak.

Artık herkes sanat misyoneri, estetik olmayanın dört tarafımızı sardığı bir dünyada birileri LCD bir ekranın arkasından güzel olanı arıyor, bütünün içinden güzel olanı estetik olanı çıkartmak için, çaba sarf ediyor, belki herkes büyük cümleler kurmuyor ama mırıldanmaya başlamak da önemli değil mi ?





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder